Yalnızca buğday etiketli içerikler

Milyonlarca yıllık insan evrimi düşünüldüğünde tarıma geçişin başlangıcı olarak tahmin edilen 10.000 yıl öncesinden günümüze kadar olan süreç metabolik olarak tahıllara adapte olmamıza yeterli bir süre değildir.Gerçekte ise dünyanın bazı bölgelerinde sadece birkaç yüzyıldır tahıllara dayalı beslenmeye geçilmiştir. Teknolojik gelişmelerin bize sağladığı rahatlıklar sayesinde ise beslenme şeklimiz bu 10.000 yıl içerisindeki son 50 yıl çok fazla değişime uğramış ve sonucunda vücudumuzun sadece bir yüzyıl öncesine göre bile yeni birçok hastalık ile karşı karşıya kalmıştır.

Tahıllar aslında tarımın gelişimine kadar doğal halde yenmesi zor olduğundan insanlar tarafından tüketilmemiştir. Çok uzun süreler boyunca stoklanabilir olmalarının fark edilmesi ile meyve ve sebze üreterek yemekten daha fazla efor gerektirdiği halde tahıl üretimine geçmek uygun bulunmuştur. Günümüzde de tahıl bazlı yiyecekler kolay ve masrafsız olarak büyük miktarlarda üretilebilmeleri, uzun raf ömürleri gibi benzer avantajları sunmakta ve opioid (afyona benzer) bağımlılık duygusu ile metabolizmada yanlış bir konfor hissi uyandırmaları ile de büyük yiyecek üreticilerinin para kazanma düşlerini süslemektedir. Bazı insanların ekmek, makarna, simit, vb. Yemeden doyduğunu hissetmemelerinin nedeni sadece bu bağımlılığın etkisidir ve sonucunda ortaya çıkan tablo ise teknolojik avantajların sonuna kadar kullanıldığı bir tahıl bazlı işlenmiş gıda sektörü olmuştur.

Ekmek, makarna ve kahvaltılık gevrekler gibi popüler yiyecekler modern beslenme tarzının ana unsurlarıdır. Fakat değişik beslenme stillerinde tavsiye edildikleri halde tahıllar pek çok ciddi hastalığın da köklerini oluştururlar  Birçok tahıl bazlı işlenmiş ürün yüksek miktarlarda seker ve rafine karbonhidrat içermekte, aynı zamanda tarımsal katkı ve toksinlerin izlerini taşımaktadır. Aslında pek çoğumuzun metabolizması tahıl sindirmek için tam uygun olmasa da bağımlılık yaratması sayesinde bu ürünlere tüm öğünlerimizde yer vermemiz kolay, duygu ve mantık çerçevesinde hayatımızdan çıkartmamız zor olmaktadır.
Tahıllardan gelen problemlerin çoğu gluten adı verilen bir protein üzerine odaklanmaktadır. Gluten, tahılın yaşaması ve büyümesi için gerekli besinlerin depolanmasını sağlayan proteindir ve İngilizce “glue -yapıştırıcı, birleştirici” sözcüğünden türemiştir. Başlıca, buğday, ufak taneli spelt buğdayı, kamut buğdayı, çavdar, arpa, yulaf ve tritikale adı verilen buğday/çavdar melezinde bulunan gluten, yiyecek üreticileri için ise yüksek fırınlama (fırında pişirme, kabartma) karakteristiğinden dolayı önemlidir ve çiftçiler ürünlerinin daha fazla gluten içermesi için teşvik edilmektedir. Bunun sonucu olarak kullanılan kimyasallar ve tarımsal metodlar ise sadece daha sağlıksız ve daha besinsiz bir üretim sonucu metabolizmamızın zayıflamasına yol açmaktadırlar.

Sağlıklı bir insanda her zaman hücreler mutasyona uğrayıp bir kanser hücresine dönüşme riskini taşırlar fakat bu süreç kuvvetli bir bağışıklık sistemi ile regüle edilir ve oluşan bu hücreler fark edilip yok edilir. Bağışıklık sisteminden ödün verildiğinde veya sistem bloke olduğunda ise bu hücrelerin kansere dönüşme ihtimali oldukça yükselir. Gluten, ekzorfin (dismorfin) adi verilen opioid bağımlılık  yaratıcı bir peptid içerir ve bağışıklık sisteminde benzer bir duruma yol açar. Bu peptidler doğal yok edici hücreler (Natural Killer Cells) olarak adlandırılan bağışıklık sistemi hücrelerinin kanser riski taşıyan hücreleri fark etmesini ve yok etmesini engeller. Ekzorfinler ayni zamanda kanser hücrelerinin büyümesini destekleyici etkisi olan insülin üretimini de arttırırlar. Peptidler, sindirilmesi zor bir protein olan glutenin aminoasitlere parçalanamaması sonucu oluşan aminoasit zincirleridir ve kan akışı içinde vücut metabolizması tarafından kullanılamadan dolaşırlar. Bu serbest dolaşım bağışıklık sistemi tarafından algılanır ve antikorlar üretilerek peptidlere saldırı düzenlenir. Bağışıklık sisteminin sürekli antikor üreterek gluten ile meşgul olması sistemi kanser hücrelerini teşhis ve saldırı için yeterli enerji ve zamandan yoksun bırakır; daha da kötüsü peptidlerin vücut dokularına çok benzer yapıda olması antikorları saşırtıp kendi organlarına saldırtarak hastalığı başlatabilir.

Gluten kesinlikle kanser oluşumunun tek nedeni değildir, yinede bir glutensiz beslenme diyetinin gösterdiği dramatik gelişmeler pek çok kanser hastası tarafından raporlanmıştır. Bir çok medikal profesyonel ise bu konuya daha farklı yaklaşıp glutensiz beslenmenin bazı hastalarının ihtiyacı olan besinleri sağlayamayacağı konusunu gündeme getirmektedir. Bu nedenle glutensiz bir diyet uygulamak isteyen kanser hastalarının doktor yada diyetisyenleri ile işbirliği içerisinde davranarak glutensiz B vitamini takviyesi ve glutensiz lif içeren gıdalar olan pirinç, mısır, soya, patates, tapyoka, fasulye, kinoa, darı, karabuğday, keten tohumu ile kabuklu yemişler (fırınlanmış yada tuzlanmış olmaması şartı ile) ve horozibiği familyası hakkında bilgi edinmeleri, bu arada da meyve ve sebzeye ağırlık vermeleri uygun bir plandır.

Hayatlarından gluteni çıkartmak isteyen kişilerin yaptığı hataların en büyüğü ise daha önceden yemeğe alıştıkları işlenmiş ve paketlenmiş gıdaların glutensiz ibareli formlarını tüketmektir. Kendilerine iyilik yaptıklarını düşünseler de aynı şeker ve rafine karbonhidrat miktarını içeren gıdalar hastalıklara yeniden birer davetiye olmaktadır. Unutulmaması gereken nokta şudur; sağlıklı gıdalar hiç bir zaman üretilmiş, paketlenmiş ve içerik listesi konulmuş bir şekilde bizlere ulaşmaz; naturel formlarında ve bir bütün halinde olurlar.

Sağlık ve zindelik dileklerimizle…

Kaynak : Cengiz Unutmaz

FacebookTwitterPinterest